MÜRŞİD
SORU: Bazıları silsilenin kesildiğini ve bu zamanda silsileden birisinin olamayacağını ileri sürüyorlar; ne diyelim?
CEVAP: Onlara cevap olarak, hadis-i şerifte:
(Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî yukàtilûne alel hakk, zàhirîne ilâ yevmil kıyâmeh) "Kıyamete kadar dâimâ hakkı tutan, destekleyen bir tâife-i mardıyye ümmet arasında mevcut olacak!" diye bildirilmiştir; onu söylersiniz. Sonra, ayet-i kerimede:
(Ve in min ümmetin illâ halâ fîhâ nezîr) "Hiç topluluk yoktur ki, Allah oraya bir haberci, tehlikelerden haber veren bir vazifeli şahıs göndermiş olmasın!" buyruluyor; onu söylersiniz.
SORU: Bulunduğumuz yerde bazı insanlar tasavvuf dersi veriyorlar. "Tasavvufta mürşid-i kâmile gerek yoktur. Mürşidsiz yapabiliyoruz." diyorlar. Mürşidsiz olabilir mi?.. Bunların yaptığı doğru mudur?
CEVAP: Hayır! Doğru değildir, veballidir, yanlıştır. Çünkü Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki:
(Ve in min ümmetin illâ halâ fîhâ nezîr) "Hiç bir ümmet, topluluk yoktur ki, Allah oraya bir haberci, bir nezîr, tehlikelerden haber veren bir vazifeli şahıs göndermiş olmasın!"
Vazifeli şahıs demek, mürşid demek... Mürşidsiz olsaydı, o zaman Allah böyle demezdi. "Bazı yerler olmayabilir." derdi. Demek ki ihtiyaç var ki bir mürşide, bir yol göstericiye, bir vazifeli kimseye; onun için gönderiyor. O halde mürşidsiz olmaz!..
Mürşidsiz, üstadsız, hocasız tıp da olmaz, mühendislik de olmaz!.. Marangozluk da olmaz, terzilik de olmaz, berberlik de olmaz!.. Allah insaf versin bu zavallılara... Bu dünyevî basit meslekler hocasız olmuyor da, ahiretin yolunu gösteren, binbir türlü tehlikesi olan, binbir türlü aldatmacası olan bir yolun mürşidi olması lâzım değil mi?.. Tehlikesi var... Yalanı var, yanlışı var, sahtesi var, istismarcısı var, sömürücüsü var... Mürşidsiz olur mu?..
Hocasız, mürşidsiz hiç bir iş olmaz, hiç bir meslek olmaz! Tasavvuf da mürşid-i kâmilsiz olmaz!... Mürşid-i kâmiller ayrıca mânevî bakımdan vazifeli insanlardır. Olur demekle, olmaz demekle onların keyfine de kalmış bir şey değildir.
Yaptıkları veballi bir iştir. Bir insanı saptırırlarsa ne olacak?.. Hastalanırsa ne olacak, problemini nasıl çözecekler?.. Böyle saçma heveslerle, düşmanlıklarla, cahilliklerle milleti şaşırtıyorlar. Nedir alıp veremedikleri?.. Hürriyet var, millet her şeyi yapıyor. Plaja gidiyor, açık geziyor, içki içiyor, kumar oynuyor, meyhane açıyor... Cemiyyetteki iltimas, rüşvet ve sâire... Onları tenkid yok... Tam insanların doğru yola gelmesini sağlayacak mekanizmaya hücum ediyorlar. Kötü niyet var o zaman...
SORU: Bir şahıs daha önce bağlandığı, sonra vefat etmiş şeyhe olan bağlılığını sürdürebilir mi? Bir şeyh efendinin şeyh olması kaç yoldan, kaç şekilde belirlenebilir?
CEVAP: Bir insan bir şeyhe çeşitli sebeplerden tâbî oluyor da, öncelikle terbiyesine nezâret etsin diye, tedâvisini yapsın diye tâbî oluyor. Meselâ, "Mazhar Osman çok iyi bir doktormuş... Lokman Hekim çok iyi bir doktormuş..." İyi ama yaşamıyor ki şu anda!.. Yaşayan kimseye, yaşayan doktora tedâvi olacak, yaşayan hocaya bağlanacak!..
Bir insanın bağlandığı kimse vefat etti mi, yeni bir mürşide bağlanması icab eder. Ya o mürşid, eski hocaefendisinin tayin ettiği, "Benim yerime sen makamıma kàim ol! Bu dervişleri sen terbiye eyle, sen nezâret et, hizmetlerine sen bak!" dediği kimsedir. Ya da, bazen mürşid efendiler mânevî bir işâret olmayınca, böyle bir halef bırakmazlar; o zaman orada, o muhitte uygun olan bir mübarek zâta teslim olması ve intisab etmesi lâzım!..
Tabii bu intisabda, mürşidin evsafı, "Şeriat-ı garrayı bilmesi, ahlâken müstakîm olması, bu mesleği yapacak şartları hâiz olması, sahih bir yol ile el almış, kendisine selâhiyet verilmiş olması..." diye kitaplarda belirtiliyor. Selâhiyetli bir şeyh efendiden kendisine selâhiyet verildi mi, alan kimse de o vazifeyi yapabilir. Ama verenin selâhiyeti yoksa alanın da durumu selâhiyetsiz kalır. Bir tane şeyhten aldıktan sonra da, birkaç tanesinden almasına lüzum yoktur. Bir tanesi yeter.
Bir insanın bir kimseye bağlanması vefat ettikten sonra da yetseydi, bir şeyhe filân bağlanmaya lüzum yoktu, Peygamber Efendimiz'e bağlanılırdı, biterdi. Ama, Peygamber Efendimiz vefat eder etmez, ümmet-i Muhammed'in sıhhat ve selâmeti ve kargaşanın önlenmesi bakımından, daha cenâze defnedilmeden Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'e bey'at edilmiştir. Bu ümmetin sıhhat ve selâmeti, huzuru ve karışıklık olmaması bakımındandır.
Hülâsa, sorunun cevabı, bir insanın efendisi ölünce, hayatta olan bir zât-ı muhtereme bağlanması lâzım!.. Hangi sebeplerden: Tedâvisinin, terbiyesinin devam etmesi bakımından; bir... Sırr-ı bey'atte faullü duruma düşmemesi bakımından; iki... "Zamanının imamını, önderini bilmeden ölen, cahiliye ölümüyle ölür." dendiğinden, bey'atsiz gitmemesi için, cahiliye üzere ölmemesi için hemen birisine bağlanması lâzım!..
Vefat etmiş bir kimseye bağlılık olmaz! Onu bahane ederek müstakil yaşamak olmaz! Kendisi bağlanacak!..
SORU: Bir mürşide bağlanmanın ahirette ne gibi kazancı olur?
CEVAP: Hadis-i şerifte var: Şehidler cennete girecekler. Amma, alimler cennetin kapısındayken, Allah onlara diyecek ki: "Durun, bekleyin! İstediklerinize şefaat edin, içeri girsinler!"
Hadis-i şerifte alim denilen, ilmiyle amil olan alim, yâni mürşid-i kâmil demektir. Onlar şefaat edeceklerdir.
SORU: Şeyhin müridini yetiştirmesi ne gibi yollarla olur?
CEVAP: Şeyhin müridi yetiştirmesi sohbet yoluyla olur, nasihat yoluyla olur, çeşitli vazifeler vermesi yoluyla olur... Halvete sokmasıyla olur... "Şu şu kitapları oku! Şu şu işleri yap!" demesiyle olur. O kişinin mizacına göre, tabiatına göre, durumuna göre, ona söyleyeceği şey değişebilir.
Hani bir kere anlatmıştım ya: Zengin ama cimri bir kimse, bir hocaefendiye 'Zikri cehrî mi, hafî mi yapayım?" diye sorunca; "Sen zikri böyle yapacaksın!" demiş. Yâni eliyle para verme işareti yapıyor, "Para vermen lâzım!" demek istiyor. Çünkü, hakîkaten cimrilikten kurtulmadan, onun dervişliği tam olmaz.
O bakımdan, cimrilik hastalığı varsa, onu giderecek bir şey verir. Tenbellik hastalığı varsa, çalışkanlığa yöneltecek bir tavsiyesi olur. Haline göre bir nasihati ve işareti olur. Onun için, kişinin şahsına göre değişir. Ama genel terbiye tarzı zikirdir, halvettir, ibadetlerdir, tâatlerdir. Turuk-u nefsâniyye ve turûk-u ruhâniyyede çeşitli şekillerde bu yetiştirmeler olur.
SORU: Beyazid-i Bestâmî Hazretleri'nin "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır." sözünü açıklar mısınız?
CEVAP:
Eğitimin en güzeli tasavvuf eğitimi... Tekke terbiyesi aldı mı bir insan, takvâ terbiyesi aldı mı, --ayet-i kerimenin şehâdetiyle-- felah bulacak o insan... Takvâ terbiyesi almadığı zaman da felâkete uğruyor, pişman ve perişan oluyor.
Binâen aleyh, takvâ terbiyesini herkesin alması gerekir; almadığı zaman da insan, şeytanın maskarası olur. Bir alime teslim olmadığı zaman, şeytan onu aldatır, burnuna halkayı takar, istediği yere götürür.
SORU: Mürşide teslimiyetle, ashâb-ı kirâmın teslimiyeti arasında benzerlik var mıdır?
CEVAP: Mürşide bağlılık, sahabe-i kirâmın Peygamber Efendimiz'e bağlılığı gibi olacak ve bu bağlılık hâlis muhlis olacak!.. Hâlis muhlis, candan bir bağlılık, bazı meseleleri konuşmağa, müzakere etmeğe ve ikaz etmeğe mânî değildir. İnsan sevdiği babasına da, kardeşine de, oğluna da ikazda bulunabilir. "Baba arkanda şu var, araba geliyor, kenara çekil!" dediği gibi, tehlike gördüğü zaman bildiği bir şey varsa söyleyebilir. Bu söylenir, normaldir.
Peygamber Efendimiz'e Hazret-i Ömer'in bazı hususlardaki tavırları mâlûm... Ama bu onun ona bağlılığının eksikliğinden değildi. Dine bağlılığının samîmiyetinden idi. Mü'minin mü'mine hakkı, hayrı her zaman söylemesi, tavsiye etmesi lâzım geldiğinden, ihvân ve şeyh arasında da böyledir.
SORU: Uykusunda veya üveysî olarak bir kimseye şeyhlik vazifesi verilebilir mi?..
CEVAP: Bir sahih el alması şartı vardır. Allah'ın hükmüne, lütfuna kimse karışamaz ama, bir çok kimse buna dayanarak palavradan ortaya çıkıyor. Ondan sonra yalan yanlış işler yapıyor. Meselâ, kadınlara elini öptürenleri duyuyoruz.
Kitaplarda yazıyor ki: Bir mürid hak bir şeyh, gerçek bir mürşid-i kâmil bulmak için uğraşacak, çalışacak, gayret edecek!.. Bir karar verdi, birisini doğru bir insan sandı, bağlandı. O ihlâsından dolayı ilerleyebilir. Ama hatâsını, şeriata aykırılığını, yanlışlığını anladığı zaman da, onu bırakıp hakîkî bir şeyhe bağlanması icab eder. Yanlışta ısrar etmemesi gerekir.
SORU: Peygamberler gibi büyük velîler de ma'sum mudur?
CEVAP: Evliyâullah için mahfuz'dur denilir. Peygamberler ma'sum olduğu için, ismet sıfatı olduğu için aynı kelimeyi kullanmazlar. Mahiyette de fark vardır. Evliyâullah mahfuzdur; Allah-u Teâlâ Hazretleri, sevgili kullarını günahlardan hıfzeder.
Peygamberlerin, peygamberliğin şanına uygun olmayan bir kötü şey yapması mümkün değildir. İsmet sıfatları vardır, Allah onları mutlaka korur.
SORU: Kerâmet nedir; kerâmete inanmak câiz midir?
CEVAP: Kerâmet haktır. Mevcut olan bir olaydır. Ruhsal veya reel bir olaydır. Kur'an-ı Kerim'de de vardır, hadis-i şerifte de vardır. İslâm tarihinde de vardır, günümüzde de vardır.
Kur'an-ı Kerim'den misâli, Meryem Validemiz'in kapalı hücresinde mevsim dışı meyvalarla taltif olunması ve Süleyman (AS)'ın vezirinin Sabâ melikesi Belkıs'ın tahtını Yemen'den Filistin'e bir anda getirmesi hadisesi gibi şeylerdir. Kur'an-ı Kerim'de vardır.
Peygamber Efendimiz'in hayatı zâten hep olağanüstü hallerle doludur ama, o peygamberdir denilebilir itiraz olarak.. . Ama, o Peygambere olan o olağanüstü ikramlar, Allah'ın sevgili kullarına da belli bir ölçü içinde oluyor. Hazret-i Ömer'in, "Yâ Sâriye! Düşman seni arkandan sarmak istiyor, dağa dikkat et!" dediği meşhurdur.
Günümüzde de, bizim şahsen hocalarımızdan gördüğümüz çok kerametler vardır. İstenirse bunları anlatabiliriz.
SORU: Evliyâ açıktan keramet gösterebilir mi?..
CEVAP: Evliyâ açıktan kerâmet gösterir. Gösterdiğinin misalleri çoktur. Tabii derecelerine göre, bu keramet göstermeyi uygun görmemişler büyükler... Saklamışlar kendilerini... Halkın arasında şöhret sahibi olmak zor olduğundan, birtakım problemleri olduğundan saklamışlar. Ama bazen de göstermişler, vardır misalleri... Biz de gördük.
Yalnız büyüklerimiz, kerametin mümkün olduğu kadar saklanması gerektiğini, mümkün olduğu kadar mahviyetkârâne, mütevâziâne olunması gerektiğini bildirmişler.
SORU: Evliyaullahın ruhlarının cuma günü Mekke'ye gittiğini söylüyorlar. "Cuma günü evliyâullahı bulamazsınız, ziyaret etmeyin!" diyorlar. Bunun doğruluk derecesini açıklar mısınız?
CEVAP: Bir çok insan bilmediği bir çok meseleyi konuşuyor, atıp tutuyor. İnsan bilmediği mesele hakkında konuşmasın!.. Evliyaullah böyle ziyaretler, toplantılar muhakkak yapıyorlar. Ama, "Gitseniz, bulamazsınız." gibi bir durum olmaz. Onlar kırk yerde görülebilirler, işleri esrarengizdir, herkesin aklı ermez. Bilen biliyor. Bilmeyen, bilmediği işlere karışmasın!.. "Bilmiyorum, bu benim bildiğim bir mesele değildir." desin, ortalığı karıştırmasın!..
SORU: Şeyhe intisabın keyfiyeti nedir? Allah Rasûlüne bey'atla arasında fark var mıdır?
CEVAP: Fark yoktur, onun devamıdır. Peygamber Efendimiz'in zamanında olsaydık, hepimiz kalkıp Rasûlüllah'a bey'at edecektik. Ebûbekir Sıddîk Efendimiz zamanında olsaydık, hepimiz gidip Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'e bey'at edecektik. Bu zamanda olduğumuz için mürşid-i kâmile bey'at ediliyor.
SORU: Şeyhe bağlanıp da ibadette, zikirde, işte, "Benim yerime şeyhim yapar." demek doğru mu?
CEVAP: Hayır, doğru değil!..
(Ve en leyse lil insâni illâ mâ saâ. Ve enne sa'yehû sevfe yürâ.) [İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.] "Herkes neyi kazanmışsa, onu görecektir." Birisinin işi ötekisine fayda vermeyecektir.
Peygamber (SAS) Efendimiz, kızı Fatıma'ya dedi ki: "Yâ Fâtıma, kızım! Allah'tan kork, ona güzel kulluk et!.. Benim peygamber olduğuma güvenme; çünkü ben sana, eğer sen çalışmazsan, fayda sağlayamam." dedi.
Muhterem kardeşlerim, dini çığırından çıkartmayalım!.. Her şeyi hakkıyla, yerli yerinde yapalım!.. Allah'ın ayetinde bildiriliyor:
(Felyevme lâ tuzlemü nefsün şey'en ve lâ tüczevne illâ mâ küntüm ta'melûn.) [O gün hiç bir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz.] "Ne ameli işlemişseniz, onun karşılığını göreceksiniz." diyor Allah-u Teâlâ Hazretleri...
(Fe men ya'mel miskàle zerretin hayran yerah. Ve men ya'mel miskàle zerretin şerren yerah.) [Kim zerre miktarı hayır yapmışsa, onun karşılığını görecek. Kim de zerre miktarı şer işlemişse, onun karşılığını görecek.] buyruluyor.
Binâen aleyh, bu sorumluluk varken, her şeyi şeyhe yükleyip de kaytarmak olmaz. Böyle dervişlik olmaz. Buna zındıklık derler, buna ibadetten kaytarmak derler. Bu fâsid bir itikaddır, bozuk bir itikaddır. Böyle yapan mahvolur. Koşturacak, gayret edecek.
Birisi dedi ki:
"--Yâ Rasûlallah, dua edin de ben cennetlik olayım!"
"--Ben sana cennetlik ol diye dua edeyim ama, sen de bana çok namaz kılarak, çok secde ederek yardımcı ol!" buyurdu. "Ben senin için dua edeceğim ama, sen de Allah yolunda yürü!" dedi.
Peygamber Efendimiz'in hadislerini bilirsek, insanın zihninde hiç soru kalmaz.
SORU: Bazı kitaplarda, "Müridin mürşidinin yüzüne direkt bakması doğru değildir." deniliyor; ne dersiniz?
CEVAP: O da bizim edeb babında düşündüğümüz şeylerden birisi... Sahabe-i kirâm hakkında rivâyet ediliyor ki, onlar hürmetlerinden, saygılarından, Rasûlüllah'ın heybetinden, Rasûlüllah (SAS) Efendimiz'in yüzüne bakamamışlar, bakmamışlar. O bakımdan, kitaplara da öyle yazmışlar. Aslında severek olduktan sonra, bakılabilir.
SORU: Mürid kendisinden ayrıldığı zaman, mürşid ondan haberdar olur mu?
CEVAP: Allah haberdar ederse haberdar olur, etmezse olmaz. Çünkü, Allah-u Teâlâ Hazretleri bazan bir hikmete mebni olarak haber verir, bazan bir hikmete mebni olarak haber vermez.
Peygamber Efendimiz'e de böyle olmuştur. Bazı kereler bir şeyi haber vermemiştir Allah-u Teâlâ Hazretleri Peygamber Efendimiz'e, bazı kereler haber vermiştir. Her şey Allah'ın kudretindedir.
SORU: Bir şeyhe bağlı iken, o şeyh bırakılıp bir başka şeyhe bağlanılabilir mi?..
CEVAP: Bir insan bir şeyhe bağlanmış, mâneviyatında ilerlesin, tahsil görsün diye... Sonra onda şeriata uygun olmayan, maksadını kendisine veremiyecek olduğunu gösteren haller zuhur etmişse; o zaman ayrılabilir. Çünkü, mühim olan insanın Allah'ın rızâsını kazanmasıdır, hak yolda yürümesidir. Böyle bir durumu yoksa, insanın söz verdiği kimseye vefâ göstermesi, ona bağlı olması icab eder.
Demek ki, bağlanılan kimse istenilen evsafta, salih bir kimse ise; o zaman, bırakmak uygun olmaz!.. O zaman, bırakan kimse bir daha iflâh olmaz!.. Ama, bağlanılan kişinin bir kusuru varsa; o zaman onu bırakıp, olgun bir şeyhe bağlanabilir.
SORU: Müceddid nedir, özellikleri nelerdir?
CEVAP: "Allah-u Teâlâ Hazretleri her asrın başında bu ümmetin işlerini, bilgilerini yenileyen, ona çeki düzen veren bir müceddid gönderir." diye hadis-i şerif vardır. Onun için, o hadis-i şerifi okuyanlar bilirler bu meseleyi...
Bazı kimselerin o müceddidlerden olduğu hüsnüzan edilmiştir. Meselâ, İmâm-ı Rabbânî Efendimiz müceddid-i elf-i sânî'dir. Yâni, ikinci binin müceddidi diye bu lakabla tanınmıştır. Her asrın müceddidi vardır.
Tabii, onun alâmeti, sünnet-i seniyyeyi bilmesi, Kur'an-ı Kerim'i tam bilmesi ve sapıtmaları, hurafeleri, sapmaları, dinin özünden uzaklaşmaları tesbit edip, onları engellemesi, işi tekrar rayına oturtmasıdır. Müceddidliğin aslı odur. Yâni, sahabe müslümanlığına doğru işi tekrar yörüngeye oturtmak, raydan çıkmış olan vagonu tekrar raya oturtma çalışmasıdır. Bu şekilde anlatabiliriz.
SORU: Şu anda herhangi bir kimseye bey'at ve intisab etmek gerekir mi?
CEVAP: Gerekir; çünkü, insan bey'atsiz kalmaz. Üç kişi de yola gitse, bir tanesi emir olacak. Ama, bey'at edilecek kimsenin Allah ehli olması lâzım!.. Allah'ın emirlerini, yasaklarını bilmesi lâzım ki, günahla emretmesin.
SORU: Bir tarikat için silsile şart mıdır? Birisi rüyada veya üveysî olarak Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri'nin kendisini yetiştirdiğini söyleyerek mürşid olabilir mi?
CEVAP: Silsile şarttır. Bu makam-ı irşâd, böyle rüyaya vs. ye bağlanarak ortaya konulamaz. Oyuncak değildir. Sahih bir el ile silsilesinin Rasûlüllah'a ulaşması lâzım!.. Aksi halde istismara uğrar. Herkes rüyada ben şöyle gördüm der. Hakikaten de görebilir ama, kendisi irşada salâhiyetli bir kimse olmayabilir.
SORU: Bazı kimseler, "Bizim şeyhimiz son kâmil mürşiddir. Ondan sonra mürşid gelmeyecek. Zira, nasıl Peygamberimiz son peygamberse, o da son evliyadır." diyorlar. Ne dersiniz?
CEVAP: Bu saçmadır ve yalandır, aslı esası yoktur. Çünkü hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kıyamet kopuncaya kadar, dâima hakkı tutan, hak yolda yürüyen bir mübarek insanlar grubu mevcut olacak!" Kıyamete kadar insanoğlu mevcut oldukça, mürşid de mevcut olur. Onun için, "Bizimki sondur, artık bundan sonra gelmeyecek!" diye, benden sonra tufan mantığıyla laf söylemek, cahilce bir sözdür, yanlıştır ve iftiradır.
Allah'ın nice nice kulları vardır; bazılarını insanlar bilir, bazılarını bilmez. Bazıları kutbül aktâbdır, bazıları gavsül a'zamdır... Bazıları kırklardandır, yedilerdendir, üçlerdendir... Kıyamet kopuncaya kadar onların hizmetleri, himmetleri olacaktır. Dünyada insan oldukça, insanları irşad edecek büyükler de mevcut olacaktır. Onun için, "Falanca öldü, artık bu iş bitti." mi demek istiyorlar? Öyle şey yoktur. Yalandır, yanlıştır ve hadislere aykırıdır.
SORU: Tasavvufta şeyh ve derviş ilişkileri yakınlıkla olur. Derviş hocasını örnek alarak öyle yetişmeğe çalışır. Fakat, bazı kimseler hocasıyla böyle karşı karşıya uzun boylu bir oturma, konuşma durumunda olamıyor. Bu durum nasıl olacak?
CEVAP: Tabii, bu bir meseledir. Derviş az olduğu zaman, kolay... Yâni üç kişiyle, beş kişiyle oturmak, konuşmak; "Şunu şöyle yap, bunu böyle yap!.. Gel sana Kur'an öğreteyim, gel sana hadis okutayım!.." demek
SORU: Sizden defalarca, "Allah zamanın büyüklerini tanıyıp, onlara tabi olmayı nasib etsin..." şeklinde dua ve temennilerinizi duyduk. Zamanın büyükleri kimlerdir, bu konuda bizi aydınlatır mısınız?
CEVAP: Zamanın büyükleri birkaç çeşittir. Bir kısmı perdelerin arkasında gizlidir, kimse bilmez. Bir kısmı da aşikâredir, yaptığı hizmetler dolayısıyla herkes görür, bilir.
Onun için, etrafındaki insanları Kur'an-ı Kerim'in terazisinde, şeriatin ahkâmının ölçüsü içinde değerlendirecek; Allah yolunda, Kur'an-ı Kerim yolunda, sünnet-i seniyyeye tabi olan insanları sevecek ve onlarla dost olacak.
SORU: Ölmüş olan bir kişinin kadın vekili hanımlara tarikat dersi verebilir mi? "Kadından mürşid olmaz, verdiği ders de geçersizdir." diyorlar, doğrusu ne?..
CEVAP: Evet, doğrudur bu sözler!.. Bir kadının kendisinin şeyhlik yapması yoktur. Bir şeyh efendi öldüğü zaman, müridlerin yaşamakta olan bir kimseye bağlanması gerekir. Neden?.. Peygamber Efendimiz vefat edince, Ebûbekir Efendimiz'e ümmetin bey'at etmesi bunun işaretidir. Çünkü şeyh, onların işlerini çekip çevirecek bir başkandır.
SORU: Kadından mürşid-i kâmil olur mu? Ders verebilir mi?
CEVAP: Olmaz. Hocaya vekâleten, filânca hoca namına kadınlara ders tarif edebilir.
SORU: Şeyhi vefat eden bir kimse, yerine geçen vekiline mi rabıta yapmalıdır; yoksa şeyhine rabıtaya devam etse olur mu?
CEVAP: Olur. İlk şeyhini tanıdığı için, o şeyhi de mübarek bir kimse ise, ona rabıta yapabilir. Normal olan şekil, yaşayanla ilgi içine girmektir.
SORU: Bir tarikati terkedip başka bir tarikata geçmek doğru olur mu?
CEVAP: Bu, taraflara bağlıdır. Bağlandığı yerde bir sebep varsa, bir yanlışlık varsa; durması yanlıştır o zaman, elbette değiştirecek. Geldiği yer yanlış bir yerse; o zaman değiştirmesi yanlıştır, elbette doğru yerde durması gerekiyordu.
Bu gibi şeylerde ölçü bağlanılacak yerin, bağlanılacak kimsenin durumudur. O kimse hak yolda ise, o zaman ona bağlılıkta vefâ ve sebat görmek, ve ahdine sadık olmak lâzımdır. Ama yanlışsa, yanlışın mutlaka düzeltilmesi lâzım. Yanlışta vefâ göstermek olmaz. O yanlışı hemen bırakması gerekir.
SORU: Tarikat mensubu bir kimsenin başka tarikatların toplantılarına gitmesinin sakıncası var mıdır?
CEVAP: Tabii, aslında kendi kardeşlerinin toplantısı olması daha iyidir. Çünkü gafil insanların gafleti kalplere sirayet eder, akseder. Kendi kardeşleriyle toplanması uygun olur. Ama gittiği bir şehirde, mübarek olduğu belli olan kimseler bir yerde bir toplantı yapıyorlarsa, gidilebilir.
Bazıları da hırsızlık yaparlar; yâni derviş hırsızlığı yaparlar. "Sen bizim tarikata gel, daha iyi!.. Sen hocanı bırak!.." gibi sözler söylerler. Bu çeşit kötü tipleri duyuyoruz.
SORU: Said-i Nursî Hazretleri bir mürşide bağlı mıydı?
CEVAP: O zat hakkında bir araştırmayı dün sabah okudum: "Dört sebepten ben Nakşıbendî sayılırım." diyor. Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerine hürmetlerini bildiriyor. Fakat kendisine bir halef bırakmamış. Tabii kendisinin de intisabı olduğuna, hocalarımıza bağlı olduğuna dair ifadeleri olduğu için, "İntisabsız durdu." da demiyoruz.
Binâen'aleyh, talebeleri de intisabsız kalmamalı, bir mürşid-i kâmile bağlanmalı!..
SORU: Mürşidin muhabbetini sağlamak için mürid ne yapmalıdır?
CEVAP: Bu iki türlü anlaşılacak bir cümle olmuş:
1. "Acaba ben ne yaparsam, mürşidim beni sever?" diye soruyorsa; Peygamber Efendimiz'e en güzel tarzda uyduğu zaman en çok sevilir. Kusurları çok yaptığı zaman, ona göre sevilmez. Onun için Peygamber Efendimiz'in sünnetine uysun!..
2. Kendisinde mürşidine karşı bir muhabbet hasıl olmasını istiyorsa; rabıtaya dikkat etmesi lâzım!..
SORU: Bir mürşid-i kâmilin kasetten izlenilen sohbeti, huzurunda olan sohbetiyle aynı tesire sahib mi?
CEVAP: Değildir herhalde... Kaset başka, yüzyüze olmak başka... Eskiler demişler ki, "Mektuplaşmak, yüzyüze görüşmenin yarısıdır." Mektup yazıyorsun, nihayet uzaktan uzağa oluyor ama; yüz yüze olmak üç boyutlu oluyor, daha tatlı boyutları da oluyor yâni...
Ama, muhabbetle resme bakmak şirk değildir. Şirk, Allah-u Teâlâ Hazretlerine ortak koşmaktır.
SORU: Bazı kardeşlerimiz şeyhimizi rüyalarında görüp, gördüklerini anlatıyorlar; onlara imreniyoruz. Biz neden göremiyoruz?
CEVAP: Bu, dervişlik vazifelerini iyi yapmakla ilgilidir.